12 Ağustos 2016 Cuma

 SİZİN HİÇ TEMİZ LAVABONUZ OLDU MU!




Zihnimin en karanlık köşelerinden merhaba diyerek başlamak istiyorum bu sefer ki yazıma. Bugün tuhaflık sınırımı zorluyorum dostlar biraz melankoli, biraz zeki, biraz çocuk biraz da yetişkin gibi... Beynimin her alanını kullanabiliyormuşum gibi hissediyorum kendimi. (sadece 'gibi' ama) Öz eleştiri yaptım bu aralar bol bol. Neyim? Kimim? Neredeyim? Ne yapıyorum? Ne yapmak istiyorum? vs. vs. Hala net bir sonuca varmış değilim ama tüm bunları düşünürken bir şey dikkatimi çekti. Benim okuduğum hiçbir okulun lavaboları temiz değildi. Sahi siz temiz lavabolu okulda okudunuz mu sayın okur? İlkokul, ortaokul, lise hatta üniversite de bile temiz değildi lavabolarımız. Gerçi sınıflarım da temiz değildi benim. Hatta mahallem bile...

Ankara/Mamak'ta doğmuşum ben. Evimiz gecekonduydu. Babam akşama kadar işte çalışır akşam kaya kırarak ev yaparlarmış annemle. Hatta o gecekondunun inşaatında annem ayağını kırmış kerpiç taşırken. Hani denir ya dişimle tırnağımla yaptım diye, tam olarak buymuş benim annemle babamın yaptığı. Ne yaptılarsa bir ayakkabıcı maaşıyla yapmışlar, çünkü o zamanlar Ankara'da erkeğin eşinin çalıştırması ayıpmış (elalemler sağ olsun!). Ben 7 yaşımdayken de İstanbul maceramız başladı. Önce Bağcılar 4 yılın ardından Esenyurt. Kendi dairemizi yaptırdık Esenyurt'ta. İlk taşındığımızda evimizin ne elektriği ne de suyu vardı. Öyle ki 2 sene boyuncada suyumuz hiç olmadı. Kuyudan iple su da çektim, belediyenin dağıttığı suyu alabilmek için kadınlarla kavga da ettim. Bacak kadar boyunla ne kavgası demeyin, Ben evin küçük kadını oldum 7 yaşından itibaren. Çünkü İstanbul'a geldiğimiz günün ertesinde annem çalışmaya başladı. Halada çalışıyor. İstanbul'un raconu buymuş. (Buradaki elalem laf etmiyormuş). Sabahları okula gider öğlen eve gelir evi toplar, temizler, yemek yapar, sobayı yakar, ders çalışırdım.(üniversiteye gidene kadar her günüm böyle geçti.) Kış gelsin istemezdim çünkü ortaokulum dibimizde olsa bile ayağıma 2 poşet geçirmeden okula gidemezdim çamur yüzünden. 3 sene boyunca ne kaldırım vardı ne de asfalt. Ben lise bire geçtim o zaman asfaltımız oldu bizim. Ben üniversite bire giderken de doğal gazımız oldu. Sahi üniversite demişken o da ayrı bir olay biliyor musunuz? Bütün bu olanları yaşarken insan büyüyor, karakteri oturmaya başlıyor ancak bunu yalnız yaşamaya başladığında hissediyor. Üniversiteye bir gittim Türkiye'nin özeti tek bir sınıfta toplanmış. Herkes başbaşka bir yapıya sahip. İlk kez o gün eksik hissettim kendimi sevgili okur. İlk kez o gün kendimi güçsüz, işe yaramaz hatta ezik hissettim. Öyle ki o sıraya oturabilmek için kazandığım başarı bile bana ait değilmiş gibi hissettim. Ben değilde başkası yaptı benim hiçbir emeğim yokmuş, tamamen şans eseri o sıradaymışım gibi. Öyle bir psikolojiye büründüm ki ne yapacağımı, nasıl kendimi kabul ettireceğimi düşünmekle geçti ilk dönemim. Sonra anladım ki insanlar oturdukları yere göre, giydikleri kıyafete göre değil başının içinde taşıdığı beyne göre ölçülüyor, sınavlarda ve sunumlarda. Mesleğimi her geçen gün sevdim, sevdikçe benimsedim, benimsedikçe ve özümsedikçe başarı elde ettim. O ilk gün kendini ezik hisseden kız şuan sınıf birincisi biliyor musun sayın okur? ve asıl büyük olay ne biliyor musun? O evinin küçük kadını olan kız, ezik hisseden, küçük düşünen kız bugün Amerika'ya gitmek için araştırma yapıyor. Nasip olursa seneye Amerika'dan sizlere yazıyor olacağım diyor...
Tüm bunların yazılış amacı nedir sizce? Ben yaptım ben ettim demek mi? ASLA! Buradaki amaç sevgili okur, eğer ebeveyn iseniz çocuklarınıza insanları yaşadıkları yere, cebindeki paraya ve en önemlisi üstündeki kıyafete göre yargılamamayı öğretmenizi istirham etmem. Eğer yaşıtım iseniz ve yaşadığınız yerde mutlu değilseniz, ortamı, koşulları, şartları değiştirmek sizin elinizde sadece sabır-istek ve azim önemli demek. Ama benden küçüksen lütfen şuan otur düşün ben nerede, nasıl ve kim olarak yaşamak istiyorum diye. Parayı düşünmeyin. Siz yeter ki isteyin. Eğer yürekten isterseniz açılmayacak kapı yoktur. Çünkü sana şah damarından daha yakın olan bir yaradanın var. Ne istediğini gören, bilen, çabana şahit olan...

(Yukarıda yazdıklarım sadece benim yaşantım. Ne utanma söz konusu ne de küçümseme. Annemden babamdan yüce yaradan binlerce kez razı olsun bana her şeyden önce helali, kul hakkını ve söz konusu aile olduğunda neler yapılabileceğini gösterdi. Bugün ki karakterimi kazanmamda esas rol onların. Teşekkürler annem, babam...)

Tevekkül gerçeğini unutmayarak kalalım mı bu sefer dostlar?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder